30 Nisan 2019 Salı

İSTANBUL'DA SEVDİĞİM MEKANLAR _3_KURUKAHVECİ MEHMET EFENDİ

Kuru Kahveci Mehmet Efendi ; İstanbul'dayken Kadıköy 'e gittiğim zaman ya da  Eminönü'ne yolum  düşerse  mutlaka uğrayıp  çekilmiş taze kahve aldığım bir dükkan...Bana göre en lezzetli kahve Kuru Kahveci Mehmet Efendi'nin kahvesi :)

KURU KAHVECİ MEHMET EFENDİ









TARİHÇE

1871 yılından bu yana, kahve üretimine bir sanat gibi yaklaşan Kuru Kahveci Mehmet Efendi; bu zanaatı beraberindeki ustalık, bilgi, tecrübe ve inceliklerle babadan oğula ustadan çırağa aktarmaya devam ediyor.
Türklerin dünyaya armağan ettiği Türk Kahvesini, gelecek nesillerle de buluşturma bilincini taşıyan firma, kahveseverlere her yudumda aynı kalite ve keyfi ulaştırmayı amaçlıyor.

MEHMET EFENDİ

19’uncu yüzyılda Türk kahvesi çoğunlukla çiğ çekirdek olarak satılıyor, evlerde tavada kavrulduktan sonra el değirmenlerinde çekiliyor ve içiliyordu.
1871 yılında işi babasından devralan Mehmet Efendi, çiğ çekirdek kahveyi özenle kavurup dibekte öğüterek müşterilerine hazır olarak satmaya başlar. İstanbul Tahmis Sokağı’nda taze mis gibi kavrulmuş kahve kokusu çevreye yayılmaya başlar.
Mehmet Efendi müşterilerine sağladığı bu kolaylıkla, bir süre sonra “Kuru Kahveci Mehmet Efendi” lakabıyla anılır.

MARKA DÖNEMİ

1931 yılında vefat eden Mehmet Efendi’nin ardından oğulları Hasan Selahattin, Hulusi ve Ahmet Rıza Beyler baba mesleğini sürdürdüler.
Aile 1934 yılında “Kuru kahveci” soyadını aldı. Mehmet Efendi’nin vefatından sonra ailenin en büyüğü Hasan Selahattin (1897–1944) yurt dışının önemini kavrayarak uluslararası etkinliklere katılmaya karar verdi. Böylece Türk Kahvesini yurt içine olduğu kadar yurt dışına da pazarlayarak tanıtmaya başladı.
Hulusi Bey (1904–1934) dönemin gelişen teknolojisini göz ardı etmeyerek toplu üretimi gerçekleştirdi.
İstanbul Tahmis Sokağındaki dükkânın yerine, dönemin ünlü mimarı Zühtü Başar'a günümüzde de kullanılmakta olan “art deco” tarzında bir bina inşa ettirdi.
Ayrıca 1932 yılında, dönemin usta grafikeri İhap Hulusi Bey’e bir amblem çizdirtti. Bu amblem günümüzde de kullanılmaktadır.

ÜÇ VE DÖRDÜNCÜ KUŞAK

Genç yaşta hayata veda eden Hulusi Bey’in ardından yönetimi, yurt dışında eğitim görmüş olan en küçük kardeş Ahmet Rıza Kuru kahveci devraldı. Ahmet Bey’in dünyadaki gelişmeleri yakından takip ediyor olması, onu reklama ve firmayı çağdaşlaştırma yönünde adımlar atmaya yöneltti.
Bu dönemde kahve, parşömenli kâğıt paketlere konularak şehir içindeki bakkallara otomobil ile dağıtılmaya başlandı. Böylece Türkiye’de bir ilk daha gerçekleştirilmişti.
Ayrıca o yıllarda büyük yenilik olarak tanımlanan afiş ve takvim çalışmaları ile firmanın reklamları yaygınlaştırıldı. Özel arabalarla yurt içinde kahve dağıtımı da bu dönemde başladı. Galatasaray Sahne Sokağı’nda bir şube açıldı.
Bugün Kuru kahveci’nin yönetiminde olan Mehmet Efendi’nin torunları; Ahmet Rıza Kurukahveci’nin vefatından sonra yönetimi devraldılar.
Kuru Kahveci Mehmet Efendi, dünya çapında yaygınlaşan bir kahve üreticisi olmasına rağmen, halen bir aile şirketi olma özelliğini koruyarak, 1871’den günümüze ulaşan kalitesini modern teknolojileri kullanarak sürdürmektedir. 
Kuru Kahveci Mehmet Efendi kahvesi; Avrupa, Amerika, Asya ve Avustralya kıtalarındaki 50 ülkeye ihraç edilerek modern ambalajlarda tüketicilere sunuluyor.
ÜRÜNLER
 Türk kahvesi,kakao,filtre kahve,espresso,press pot



İLETİŞİM

MERKEZ (EMİNÖNÜ)

Tahmis Sokağı 66
Eminönü 34116 İstanbul
Tel: (0212) 511 42 62–63

ŞUBE (KADIKÖY)

Osmanağa Mahallesi
Söğütlüçeşme Caddesi 12
Kadıköy 34714 İstanbul


22 Nisan 2019 Pazartesi

2019_12 _ Sabahattin Ali _ Çakıcı'nın İlk Kurşunu_Okudum Bitti

Çakıcı'nın İlk Kurşunu kitabı bu sene okuduğum 12.kitap

En çok sevdiğim yazarlardan birisi olan Sabahattin Ali'nin Çakıcı'nın İlk Kurşunu kitabı, 4 hikayeden ve şiirlerinden ve resimlerinden oluşmaktadır. Yazar, bu eserlerinde toplumsal sorunlara, sosyal yaralara, ülke sorunlarına sırtını dönen aydınlara, çıkarcı doktorlara, haksız kazanç sağlayan tüccarlara, katil olmaya mecbur kalan gençlere, istemedikleri hayatı yaşamak zorunda kalan kadınlara, yolsuzluklara, korunmayan doğal güzelliklere, halkı yok sayan yöneticilere yer vermiştir. Hepsi çok etkili ve derin anlamlar taşımaktadırlar. Ama özellikle "Çakıcı'nın İlk Kurşunu" öyküsü sizi derinden sarsıyor

Kitap puanım *10

KİTAP AÇIKLAMASI


Sabahattin Alinin, kızı Filiz ve eşi Aliye Ali tarafından uzun yıllar titizlikle korunan sandığındaki evraklar arasından Nüket Esen, Zeynep Uysal, Engin Kılıç ve Olcay Akyıldız'ın derlediği hikâye, şiir ve makaleleri ilk kez gün ışığına çıkıyor. Kitapta yer alan hikâye ve şiirler, hikâye, roman ve şiirlerinde tanımlamakta güçlük çektiğimiz kimi duyguları ustalıkla anlatan, insanın zavallılığı ve gücünü aynı sarsılmaz üslup ve gerçekçi bir yaklaşımla aktaran Sabahattin Alinin bu ustalığa ulaşırken geçirdiği aşamaları örneklemesi; makaleleri ise Sabahattin Alinin siyasal görüş ve mücadelesini yansıtması bakımından son derece önemli belgeler niteliğinde. Kitapta, Çakıcının İlk Kurşunu adlı uzun hikâyenin yanı sıra üç hikâye (O Arkadaşım, Bir Hakikatin Hikâyesi, Barsak); on bir şiir ( İsimsiz, Bir Serenadın Sonu, Kurbağa name, Kurbağaya Mersiye, İsimsiz, Oyuncak, Merhuma Mersiye, Simyager, Sokakta Kalan Adam, İsimsiz); Kağnı adlı hikâyenin opera metni; yazmayı planladığı hikâye ve romanların listesi; sekiz makale (Kadınlar Üzerine Bir Konferans, Türkiye Hapishaneleri, Emperyalistin tarifi, Bu Memleketi Kurtarmak İçin, Milliyetçinin Tarifi, Hürriyet Meselesi, Asıl Büyük Tehlike Bugünkü Ehliyetsiz İktidarın Devamıdır)... ve Sabahattin Alinin kaleminden sekiz desen ile şiirlerin, kendi el yazısıyla eski Türkçe orijinalleri yer alıyor. 
TADIMLIK Ön söz
Sabahattin Ali, Türk edebiyatının önemli isimlerinden biridir. Önce şiirleriyle ortaya çıkar, sonra ise hikâye ve romanlarıyla tanınır. Eserlerinin listesi ilk yayımlanış tarihleriyle ön sözün sonunda verilmiştir. Yirminci yüzyılın ilk yarısında verdiği bu eserlerle edebiyat tarihimizde kendine saygın bir yer edinen Sabahattin Ali, en çok hikâyeleri ile sevilmiştir. Hikayeciliğimizde toplumcu gerçekçi tarzda yazdığı öyküleri ile bir mihenk taşı sayılır. Gördüklerini gayet sade bir dille, kısa ve açık ifadelerle anlatarak çarpıcı olmayı başarabilen bir hikâyecidir. Hikâyelerinde karakterlerinin kişisel yaşantılarını, onları oluşturan toplumsal koşullar içinde verir. Bireysel ile toplumsalı son derece başarılı bir biçimde birbirinin içinden geçirerek damıtır ve etkileyici bir şekilde hikâye eder. Sabahattin Ali, hikâyelerinin çoğunda dünyayı ikiye ayırır: ezenler ve ezilenler. Bu karşıtlık eserlerinde, zenginler-fakirler, aydınlar-halk, saldırgan erkekler-düşmüş kadınlar, jandarmalar-köylüler, doktorlar-hastalar gibi kılıklara bürünür. Her zaman ezilenlerden yana olan Sabahattin Ali, birçok hikâyesini keskin ve sarsıcı bir biçimde bitirir. Sabahattin Ali, edebiyatçılığının yanı sıra politik görüşleriyle de dikkat çekmiş bir yazardır. Siyaset ile edebiyatın birbirinden pek ayrılmadığı 1930ların ve 1940ların Türkiye'sinde solcu bir yazar olarak tanınmış, bu çizgide eserler vermiş ve bu eğiliminden dolayı devamlı mücadele içinde yaşamıştır. 1948'de, genç yaşında, esrarengiz bir biçimde öldürülmesiyle Türkiye'de edebiyat-siyaset ilişkisinin sorgulandığı bir kişi haline gelmiştir.Türk edebiyatının en önde gelen hikâyecilerinden biri olan ve yaşadıkları ile bir dönem Türkiyesinin sosyo-politik yapısını gözler önüne seren Sabahattin Ali, benim her zaman ilgi duyduğum bir yazardı. Kızı Filiz Ali 1997 yılında babasından kalan, içi evrak dolu bir sandığı bana gösterdiği zaman çok heyecanlandım. Bu sandık ve içindeki kâğıtlar senelerdir Filiz Ali ve annesi Aliye Ali tarafından saklanmaktaydı. Bu evraklardan bazıları çeşitli vesilelerle çıkarılıp -Filiz Ali ve Atilla Kırımlı'nın hazırladığı Sabahattin Ali başlıklı kitapta olduğu gibi- yayımlanmıştı. Çoğu Arap alfabesiyle kaleme alınmış olan bu yazılardan seçkileri eski yazı bildiği için Aliye Ali yapmıştı. Fakat evrakın tümü elden geçirilmemiş ve içinde neler olduğu saptanmamıştı. Filiz Ali bu işi benim yapmamı istedi. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden Zeynep Uysal, Engin Kılıç, Olcay Akyıldızla bir ekip oluşturduk ve sandığın içindekiler üzerinde çalışmaya başladık. Eldeki malzemenin çoğu Arap alfabesiyle kaleme alınmıştı. 1928'deki harf devriminden sonra dahi insanlar ilk öğrendikleri harflerle yazmayı yeğlediklerinden, 1930 veya 1940'larda yazılmış olan birçok metin eski harflerle yazılmıştı. Mesela Sabahattin Alinin hikâyelerinin kendi el yazısıyla ve yeşil mürekkepli dolmakalem ile yazdığı orijinallerinin çoğu eski yazıydı. Aynı şekilde Sabahattin Aliye yazılmış mektupların hemen hepsi gene eski yazıyla yazılmışlardı. Bu yüzden bunları okuma sorunu ön plana çıkıyordu. En erken yazılanların 1920lerde yazıldığı göz önüne alınırsa 1990larda ele alınan bu evrak 70 senedir bir sandıkta kapalı kalmış, solmuş, sayfaların kat yerleri yıpranmış, bazıları nem aldığı için lekelenmiş kâğıtlardı. Bundan dolayı yazıları okuma faslımız üç yıl sürdü. Bu süreçte birlikte çalıştığımız ekibin dışında Prof. Dr. Günay Kut ve Yard. Doç. Dr. Zeynep Sabuncu bize çok yardımcı oldular. Kendilerine burada bir kere daha teşekkür etmek isterim. Ayrıca, Kutlukhan Eren ve öğrencilerim Şenel Gerçek ile Onca Tapınça da yazıları okuma konusundaki yardımları için teşekkür ederim. Ortaya çıkan malzeme çok çeşitliydi. Bu malzemeyi üç grup altında toplamaya ve yayımlamaya karar verdik. Birinci grup, bu kitapta ele alınan Sabahattin Alinin yayımlanmamış eserlerinden oluşuyordu. İkinci grup Sabahattin Alinin hayatı boyunca karşı karşıya kaldığı hukuki sorunlarını yansıtan çeşitli mahkemelerinin tutanakları, savunmaları, mahkeme kararlarından oluşuyordu. Üçüncü grup ise, Sabahattin Aliye yazılmış çok sayıda mektupla onun birkaç kişiye yazdığı ve belli ki o kişilerden geri alıp sakladığı veya kendisi için bir kopyasını çıkardığı mektuplardan oluşuyordu. Sabahattin Alinin tüm eserlerini yayımlayan Yapı Kredi Yayınları bu malzemeyi üç kitap halinde yayımlamaya talip oldu. * * *Sabahattin Alinin bu kitaba aldığımız yayımlanmamış eserleri arasında ikisi tam, biri bitmemiş üç kısa hikâye, bir uzun hikâye, on bir şiir, bir hikâyesinin opera formunda yeniden yazımı, ileride yazmayı planladığı hikâye ve romanlarına dair kısa notlar ve bazıları 1940larda gazetelerde yayımlanmış sosyo-politik makaleleri yer alıyor. Yayımlanmamış hikâyelerinden biri, O Arkadaşım, hem sandıktan çıkanlar arasında kendi el yazısıyla var, hem de 15 Mayıs 1928'de Irmak dergisinde yayımlanmış. Ama sonra Sabahattin Ali hikâyelerini bir kitapta toplarken bu hikâyeyi aralarına katmamış. Büyük bir bölümü mektup tarzında olan bu hikâye herhalde oldukça zayıf olduğundan sonradan da hiçbir hikâye kitabına alınmamış. Barsak adlı tamamlanmamış hikâye ise, tam Sabahattin Ali üslubunda bir hikâye. Anadolu'da yapılan bir otobüs yolculuğu ile başlayan hikâyede nefis bir çevre tasviri ile beraber otobüsün içindekilerin birbirleriyle başlayan ilişkilerinin küçük ayrıntılarla çizimi var. Bozulan otobüsten inen şöför, muavin ve değişik tiplerdeki yolcuların birbirleriyle yaptıkları konuşmalar çok canlı ve gerçekçi. Aralarında oluşmaya başlayan bir gerilimle devam eden hikâye fazla ilerlemeden kesiliyor. Bir Hakikatin Hikâyesi başlıklı hikâyenin anlatıcısı bir öğretmen ve öğrencilerinden bir kıza hissettiği aşkı anlatıyor. Sabahattin Alinin Aydın ortaokulunda öğretmen olduğu 1931 yılında yazılmış bu hikâye. Adının bir hakikatin hikâyesi olması ve Sabahattin Alinin bu hikâyeyi hiçbir yerde yayımlamamış olması dikkat çekiyor. Yazarın özel hayatından bir parçanın hikâyeleştirilmesi olabileceğini akla getiriyor. Çakıcının İlk Kurşunu adlı uzun hikâye, Türk edebiyatında hakkında çok yazılmış ve efsaneleşmiş bir kişinin hikâyesi. 1872 - 1911 yılları arasında Aydında yaşamış olan ünlü bir eşkıyanın, Çakırcalı Mehmet Efe veya Çakıcı Efe denen eşkıyanın hikâyesi. Edebiyatımızda bu konuda yazılmış birçok hikâye ve roman var.* Sabahattin Ali bu hikâyeyi kendi üslubu ve politik görüşüne uygun olarak yeniden yazmış. Abdülhamit döneminde geçen hikâyede Çakıcının ilk kurşununu atıp dağa çıkmasını, Abdülhamit'e karşı Anadolu halkının isyanının başlangıcı olarak sunuyor Sabahattin Ali. Zeybekler anlatılırken onların halis Türk ırkı olduğu belirtiliyor. Zeybeklere ve Çakıcıya karşı Abdülhamit'in yolladığı güçler Arnavutlardan ve Çerkezlerden oluşuyor. Tüm bu düşman güçlerini Çakıcı ve çetesi yeniyor. Hikâyenin sonunda Çakıcıyı ancak gene bir Zeybek vurabiliyor ama aslında başkasını vurmak isterken yanlışlıkla Çakıcıyı vuruyor. Yani Çakıcı sonunda ölüyor ama yenilmiyor. Hikâye sömürenler ve sömürülenler üzerine kurulu. Abdülhamit döneminde düzenin bozukluğu, ekonomik eşitlik olmaması, çok zengin ve çok fakirlerden oluşan bir düzende mütegallibelerin (zorbaların) zulümleri anlatılıyor. Padişah tahtta kaldığı sürece hürriyet olamayacağı ifade edilerek meşrutiyet eleştiriliyor. Bu arada İttihat ve Terakkinin de Çakıcıya düşman olduğu belirtiliyor. Çakıcı Efenin hikâyesi kurulu bozuk düzene karşı çıkan bir halk kahramanının hikâyesi olarak anlatılıyor. Sabahattin Alinin yayımlanmamış eserleri arasında kendi el yazısıyla, çoğu hece vezniyle ve halk şiiri tarzında yazdığı on bir tane de şiiri var. 1928 tarihli bir şiirini yedi meşaleciler gibi diye sunuyor. Ünlü kurbağalı şiir tarzında yazdığı biri küçük, dört kurbağalı şiiri daha var. Sokakta Kalan Adam ise, çok değişik tarzda bir şiir denemesi. Başlığı olmayan şiirlerden bir tanesi, belli ki 1932'de Konya'da hapisteyken yazdığı bir şiir. Bu şiirlerinin bir kısmının yanına resimler de çizmiş. Bu eserlerin ardından bir opera metni geliyor. Sabahattin Ali Kağnı adlı hikâyesini opera metni olarak da kaleme almış. Üç perdelik bu opera metninde sahnedeki görsellik ön planda; müzik ve aryalar ile ilgili bir bilgi yok. Sabahattin Ali, 1938 ile 1945 arasında Devlet Konservatuvarında öğretmen ve dramaturg olarak çalışmış. Bu sırada Alman tiyatro ve opera yönetmeni Carl Ebertin tercümanlığını yapmış. Tiyatro ve opera ile ilgilendiği bu süre zarfında kendi eserlerini de sahne düzeni içinde yeniden düşünmek istemiş olabilir. Sabahattin Ali kendi için tuttuğu kısa notlarda yazmayı planladığı hikâye ve romanların bir listesini yapmış. Önce hikâye veya romanların isimlerini koymuş ve ardından da bunların yazılması için okunmasını gerekli bulduğu eserleri not etmiş. Listede tarih yok ama yazılacakların bazılarını Almanya'da, bazılarını Türkiye'de yazmanın uygun olacağını belirttiğine göre bu listeyi Almanya'ya gitmeden hemen önce -Almanya'ya gidişi belli olduktan sonra- 1928'de yapmış olma olasılığı yüksek. Sabahattin Alinin evrakı arasında, 1932 yılında Konya Halkevinde verdiği kadınlar hakkında bir konferans metni de var. Başlığı olmayan bu konuşmada ülkede kadın erkek eşitliği için gerekli olan zihniyet değişikliklerini tartışıyor ve kadınların eğitiminin önemi üzerinde duruyor. 1933'te yazdığı Türkiye Hapishaneleri başlıklı yazıda ise, Türkiye'deki suçlu insan profilini çıkarıyor. Türkiye hapishanelerindeki mahkûmların gerçek mücrim olmadıklarını, cehalet ile zihniyet ve telakki farkları yüzünden kanuna aykırı davrandıklarını belirtiyor. Gazetelerde çıkmış altı makalesinden dört tanesi Ocak - Mart 1944 tarihlerinde Tan gazetesinde yayımlanmış yazılar. Bu yazılarında Sabahattin Ali zaman zaman Falih Rıfkı Atayın Ulusta yazdığı yazıları eleştiriyor. Daha sonra, 1947 yılında, Falih Rıfkı ile mahkemelik oluyorlar. Bu yazılar A. Metin imzasıyla çıkmış. Diğer iki makalesi Sabahattin Ali imzasıyla yayımlanmış. Bunlardan biri Ocak 1948'de Yirminci Asırda, diğeri Şubat 1948'de Zincirli Hürriyette çıkmış. Bu makalelerde hürriyet kavramı tartışılıyor, devletin nüfus artışı önerisi eleştiriliyor, emperyalizmin tanımı yapılıyor, milliyetçiliğin ne olduğu anlatılıyor. Asıl Büyük Tehlike Bugünkü Ehliyetsiz İktidarın Devamıdır başlıklı son makalede, Amerika'dan yardım alabilmek için ülkede kızıl tehlike varmış gibi göstermeye çalışan iktidarın eleştirisi yapılıyor. Bu makale Sabahattin Alinin öldürülmeden önce yazdığı son yazılardan olmalı. Bu yazıda oldukça sert bir hükümet eleştirisi dikkat çekiyor. Sabahattin Ali bu makalelerin çoğunu zamanında gazetelerde yayımlamış. Gerek bunlar, gerekse yayımlamadığı iki makalesi Sabahattin Alinin toplumsal ve siyasal görüşlerini aksettirdikleri için bugün hâlâ önemli. Sabahattin Alinin bu kitapta yayımlanan bilinmeyen hikâye ve şiirlerinin bazıları biraz savruk, belli ki üzerinde pek çalışılmamış. Bu bakımdan kendisinin yayımlamadığı ya da kitaplarına almadığı çalışmaları bugün gün yüzüne çıkarmanın yazara haksızlık olduğu düşünülebilir. Ama Sabahattin Ali gibi önemli bir yazarın kaleminden çıkan her şeyin ortaya çıkmasının, külliyatının tümünün görülebilmesi açısından gerekli olduğunu düşünüyorum. Nüket Esen Ekim, 2000

17 Nisan 2019 Çarşamba

2019_11 _ Sabahattin Ali _Kuyucaklı Yusuf_Okudum Bitti

Kuyucaklı Yusuf kitabı bu sene okuduğum 11.kitap
Sabahattin Ali'nin "Kürk Mantolu Madonna'sını ve Sırça Köşk'ü okumuş biri olarak, Kuyucaklı Yusuf -bence- bu 2 kitaptan çok daha başarılı ve etkileyici bir roman olduğunu söyleyebilirim. Roman sürükleyici ve yalın bir dile sahip. İnsanı kendine çekiyor ve merak duygusunu kamçılıyor. 

Sessiz, malla mülkle ilgisi olmayan, makama mevkiye önem vermeyen, dalavere peşinde koşmayan, kendi içinde bir mücadelesi olan Yusuf karakteri beni çok etkiledi diyebilirim. O nasıl bir tip öyle, nasıl farklı bir karakter öyle. Doğduğunda yüreği nasılsa, aynı yüreğe sahip olarak ölecek bir karaktere sahiptir Kuyucaklı Yusuf. Kişileriyle, kurumlarıyla tam manasıyla çürümüş bir kurgu dünyasına doğar Yusuf. Kaymakam, kızı ve Yusuf dışında bir tane doğru dürüst insani bir karakter yoktur bu ortamda. Muazzez'in annesi bile kızına yabancıdır...

Yaşarken aşkının her zerresini başkalarına karşı kıskanan aşıklar, sevdiği öldüğü zaman "acılar paylaştıkça azalır" deyişinde olduğu gibi acısını paylaşmak isterler. Yusuf, sevdiği öldüğünde matemini başkasıyla paylaşmayacak kadar aşıktır işte. Sevdiğinin hiçbir duygusunu yaşarken de öldüğünde de paylaşmak istemez. Sevdiğinin matemine de aşıktır bir bakıma! Yusuf, matemini ortaya vurmadan tek başına yüklenmiş ve yeni bir hayata doğru yelken açmıştır…


Kitap puanım *10

KİTAP AÇIKLAMASI



“Kuyucaklı Yusuf” Sabahattin Ali'nin 1937 yılında yayımlanan ilk romanıdır. Türk edebiyatının en romantik kahramanı olarak anılan Kuyucaklı Yusuf, aynı zamanda yiğit ve sözünü sakınmayan bir kahramandır ve bu özelliklerinden dolayı pek çok sorun yaşasa da her seferinde bir şekilde kendini kurtarmakta ve hayatına devam etmektedir.

Yalnızlığı kendisine yoldaş edinen Yusuf’un saflığına, temizliğine, suskun ama derin hallerine kendimizi kaptıracağımız bir eserlerle karşı karşıyayız. Eser, hem akıcılığı hem betimlemeleri hem de kurgusuyla dönemimize kadar kalıcılığını kaybetmeyen efsaneler arasında haklı yerini almıştır.

Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez'in varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. Onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca Yusuf'un hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu. 

Kuyucaklı Yusuf Türk edebiyatının belki de en romantik kahramanıdır. Hayatın ve insanların zalimliği karşısındaki naif duruşu ile bir yandan trajik bir sona ilerlerken, bir yandan da yaşadığı lirik aşk hikayesinin kahramanı olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.




11 Nisan 2019 Perşembe

2019_10 _ Sabahattin Ali _Sırça Köşk__Okudum Bitti

Sırça Köşk kitabı bu sene okuduğum 10.kitap

En çok sevdiğim yazarlardan birisi olan Sabahattin Ali'nin Sırça Köşk kitabı, 13 hikayeden ve 4 masaldan oluşmaktadır. Yazar, bu eserlerinde toplumsal sorunlara, sosyal yaralara, ülke sorunlarına sırtını dönen aydınlara, çıkarcı doktorlara, haksız kazanç sağlayan tüccarlara, katil olmaya mecbur kalan gençlere, istemedikleri hayatı yaşamak zorunda kalan kadınlara, yolsuzluklara, korunmayan doğal güzelliklere, halkı yok sayan yöneticilere yer vermiştir. Hepsi çok etkili ve derin anlamlar taşımaktadırlar. Ama özellikle "Sırça Köşk" masalı sanki günümüzde yaşananları birebir yansıtıyor.


Kitap puanım *10


 

KİTAP AÇIKLAMASI








"Niçin hep acı şeyler yazayım? Dostlar, yufka yürekli dostlar bundan hoşlanmıyorlar. ‘Hep kötü, sakat şeyleri mi göreceksin?’ diyorlar. ‘Hep açlardan, çıplaklardan, dertlilerden mi bahsedeceksin? Geceleri gazete satıp izmarit toplayan serseri çocuklardan; bir karış toprak, bir bakraç su için birbirlerini öldürenlerden; cezaevlerinde ruhları kemirile kemirile eriyip gidenlerden; doktor bulamayanlardan; hakkını alamayanlardan başka yazacak şeyler, iyi güzel şeyler kalmadı mı? Niçin yazılarındaki bütün insanların benzi soluk, yüreği kederli? Bu memlekette yüzü gülen, bahtiyar insan yok mu?’’
Yok azizim. Yüzü gülenler de, yüzü gülmeyen zavallıcıklar sayesinde gülüyor zavallı memleketimde…"
Sırça Köşk, Sabahattin Ali'nin 1944 ve 1947 yılları arasında yazdığı 13 hikâye ve 4 masaldan oluşur. Esere ismini veren Sırça Köşk, öykünün en sonunda uzun hikâye olarak yer alıyor. Bu uzun hikâye yazıldığı dönemde yasaklanmış, toplatılmış, yakılmış ve evinde gizli saklı bulunduran; okuyan insanlar, aydınlar ‘’terörist’’ diye mahpuslarda yatmış ve ne tür işkencelerden geçmiştir. Bir devlet düşünün aydınından korkan, bir devlet düşünün milletinin okumasından korkan, bir devlet düşünün sonundan korkan..

8 Nisan 2019 Pazartesi

06.04.2019 Cumartesi Sekapark gezim

Bu Cumartesi günü annecim ve ananecimle birlikte Sekapark'a gittik. Seka Park İzmit Şehir Merkezinde sahile sıfır bir alanda, Türkiye'nin en büyük endüstriyel dönüşüm projelerinden biri olan eski Seka Kâğıt Fabrikası arazisindedir. Dünya'nın en büyük kent parklarından biridir.(580 dönüm)
Toplam 580 dönümlük Seka arazisi üzerinde marina iskelesi, normal iskele, kağıt müzesi, kent müzesi, oturma alanları, deniz kıyısında büfe, plaj, dinlenme sahaları, denize inen merdivenler, ışık kuleleri, balıkçı restoranları, su oyun alanları, su ışık gösterileri, denize inen kızak alanları, iskeleler, deniz gözetleme kulesi, koşu, jogging, yürüme bantları, rıhtım ışıklandırması, dinlenme parkları, kongre salonları, ağaçlık alanda oturma alanları, zemin altında otopark alanı, gösteri ve görsel sanat atölyeleri, sergi salonları, kapalı spor salonları, açık spor sahaları, festival yapımı için mekanlar, gölet, çocuklar için su oyun merkezleri gibi bir çok tesis oluşturulmuş, öte yandan, 2 adet basket, 2 adet tenis, 1 adet futbol sahasından oluşan spor kompleksi, 1 adet mini golf alanı, 3 adet mini basketbol sahası, kaykay pisti, kondisyon alanı, çocuk oyun alanları, atlı karınca, bisiklet yolu, çim amfi, uçurtma tepesi, kumsal, otopark, 6 adet suni tepe, gül bahçesi, çok amaçlı çim alanları, yürüyüş yolları, ahşap oturma grupları, kafe ve büfeler 2 kilometre uzunluğundaki yürüyüş yolu ve bisiklet yolu, 2000 araçlık otopark alanı bulunuyor.
Şu an  Sekapark 'a lale zamanı ve  bu laleler Sekapark'ın güzelliğini daha da arttırmış.











4 Nisan 2019 Perşembe

2019_9 _ Sabahattin Ali _İçimizdeki Şeytan__Okudum Bitti

İçimizdeki Şeytan kitabı bu sene okuduğum 9.kitap

Sabahattin Ali'nin  kült kitabı Kürk Mantolu Madonna'yı üniversitedeyken 2007 yılında okumuştum ve çok etkilenmiştim.Ama bu kitap beni daha Kürk Mantolu Madonna'dan daha çok etkiledi

Ömer'in garip,dengesiz ruh halleri, Macide'nin saf ve büyük aşkı...
Ömer'in kendiyle çatışması. İyi ve kötü arasında gel-gitleri. Özellikle Ömer'in Macide ile beraber yaşamaya başladıktan sonraki buhranları, her şeyi alma isteği. İndirim olan mağazada, kadın çorabını istemsizce alması ve herkesin onu görmüş olduğu hissi. Anlatımlar çok iyiydi. Sanki o anda o mağazada Ömer' i izliyordum. Macide'nin aşkı ve sevgisi çok başka bir şey. Genel kişiliği zaten oldukça naif, sakin ve ağırbaşlı iken. Hayata ve hayatta olan şeylere/değişikliklere olağan bakması onu başkaları nazarında "garip" kişi olarak adlandırdı. Onun hali ise çok daha fazla dokundu bana. Mektubu yazıp hayatına son vermek istediği zaman. Başkalarının yaptığı şeylerden bile kendini mes'ul bulması. İçler acısıydı. 
O dönemin insanlarının parasızlıklarını eşe, dosta belli etmemek adına her gün daha da batağa saplanması ayrı bir üzüntü. 
Bir de bence Veznedar var. Zavallı adam. Ömer onu tehdit etmeye gittiğinde ki hali ve sözleri. Utancı, hayal kırıklığı.

Okunası ve arşivlenmesi  gereken bir kitap....

Kitap puanım tabii ki *10 !!!

KİTAP AÇIKLAMASI



''İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulunü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizdeki şeytan yok... İçimizdeki aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var...'' 
Bu romanında, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın ''kapana kısılmışlığını'' gösteriyor Sabahattin Ali. Aydın geçinenlerin karanlığına, ''insanın içindeki şeytan''a keskin bir bakış.

2021-18-Jules Amcam-Guy de Maupassant

  Birbirinden bağımsız kısa hikayelerden oluşan eserimizin kitaba adını veren hikayesini anlatacağım: iki arkadaş yolda yürürken ak saçlı ya...